Heisenberg Belirsizlik İlkesi: Üniversiteye Öğrenci Kabul Sistemleri
Yale Üniversitesindeki doktora eğitimim sırasında tartışılan önemli konulardan biri olan ve üniversitede yardımcı olduğum işler ile masanın öbür tarafını da (hep başvuran tarafındayken artık seçen tarafı da) görme fırsatı bulunca bu konuda bir yazı yazmak istedim. Konuya önce genel çerçeveden bakıp değerlendirmemi sunacağım, daha sonra başka bir yazımda Türkiye özelindeki düşüncelerimi de sizinle paylaşacağım. Kısıtlı vaktiniz varsa ilk bölümü geçip Heisenberg ilkesi ile analoji kurduğum son bölümü okumanızı tavsiye ederim.
Konumuz:
Üniversiteye öğrenci kabulleri nasıl olmalı?
Üniversiteler nasıl öğrenci seçmeli?
Soruyu normatif olarak tartışırken herkesin ilk değineceği nokta: adalet ve hakkaniyet olacaktır. Ancak normatif açıdan incelemesi en zor olan iki kavram da bence bunlar. Öncelikle konuyu değerlendirirken Aristo dönemine dönüp tabandan etik bir tartışma yazısı yazmayacağım. Günümüzde kullanılan, varolan sistemler üzerine sorulan sorular üzerinden bu konuyu irdeleyeceğim. Özetle tekerleği baştan keşfetme gibi bir amacım yok.
Üniversite kabullerinde iki önemli uç tüm Dünya'da rekabet halinde. Bunlar:
1. Standardize sınavların skorlarına göre değerlendirme,
2. Standardize sınav skorları olmadan başvuranın bütüncül olarak nitel değerlendirilmesi (lise eğitimindeki notları, projeleri, sosyal aktiviteleri, vs.)
Dünya'da şaşırtıcı olmayan bir gerçek de toplulukçuluk 'collectivism' yönü ön planda olan Doğu toplumlarında standardize sınav sistemleri yaygın olarak kullanılırken, bireyciliğin 'individualism' ön plana çıktığı Batı toplumlarında ise her başvuranın bütüncül değerlendirilmesi daha yaygın bir sistem olarak kullanılıyor. Temeldeki ayrım; birinin bireysel özellikleri daha ön plana çıkarması ve her bireyin özel olduğu anlayışından yola çıkmasıyken, öbüründe toplumun ön plana çıktığı, bireylerin eşit olarak görüldüğü bir anlayıştan yola çıkılmasından kaynaklanıyor. Hatırlatmakta fayda var ki bu iki sistem birbirini karşılıklı olarak dışlamıyorlar, yani 'mutually exclusive' değiller. Birçok bütüncül değerlendirme sistemi uygulayan ülkede de standardize sınav skorları bu bütüncül değerlendirmenin içerisine katılıyor. Yani, sınav skoru üniversiteye girişin son karar vericisi olmasa da değerlendirme içerisinde yer alıyor. O yüzden aslında soruyu şu şekle indirgeyebiliriz:
Standardize sınav skorları, üniversiteye öğrenci seçiminde tek ve son karar verici olmalı mı olmamalı mı?
COVID-19 Pandemisinin Etkisi
COVID-19 pandemisi sırasında ABD'deki birçok okul standardize sınav skorlarını değerlendirmede kullanmaktan vazgeçmişti. Pandemi sırasında sınavların güvenilir bir biçimde yapılamaması ve bazı öğrencilerin sınavlara evlerinde girmesinden dolayı, bu tür sınav sonuçları yerine birçok üniversite adayın diğer özelliklerinin bütüncül değerlendirilmesini tercih etmişti. Nitekim bunun sürdürülebilir olmadığı görüldü. Yale 'Yale College' 2024 yılında 50 binin üzerinde başvuru aldı. Bu kadar sayıda başvuruyu standardize edilmiş bir metrik olmaksızın değerlendirmek insan üstü bir güç gerektiriyor.
İşin değerlendirme kısmını görmeden önce benim fikirlerim de bireyi daha iyi değerlendirdiğini düşündüğüm için bu tür bütüncül değerlendirmeye daha yatkındı. Ama değerlendirme prosedürünün limitasyonlarını görünce bu fikrim giderek tarihe karıştı. Sizin için bu işin yükünü şöyle özetlemek isterim: Adayı bütüncül değerlendirmek istediğinizde her aday için en az 4 belge okumanız gerekiyor: Niyet mektubu, tavsiye mektubu, lise notları, özgeçmiş (CV). Tüm bu belgeler bir sayfa bile olsa 1000 başvuru değerlendirmek için 4000 sayfa okumanız gerekiyor. Yale gibi büyük okullarda 50 bin başvuruyu 100 kişiye bölüştürseniz (her başvuru en az 2 kişi tarafından okunmalı) ve herkes en az bir ay sadece başvuruları okusa bile (kişi başı minimum 4000 sayfa), daha sonra bu 100 kişinin değerlendirmelerinin standardizasyonu ve karar için saatlerce süren toplantılar yapmaları gerekecek. Kısacası bu kadar önemli gördüğünüz bir karar için insanların omzuna inanılmaz bir yük bindirmiş oluyorsunuz ki bu iş pürüzsüz yürüse dahi son kararın adaletli ve hakkaniyetli olacağını iddia etmek oldukça zor.
Bundan dolayı olmalı ki Yale, seneye tekrardan standardize sınav skorlarını başvuru sürecinde incelemeye alacağını açıkladı. (Yale'in bu kararı hakkında açıklamasına Yale Weighs Reversing SAT Testing After Dartmouth, MIT Shift haberinden ulaşabilirsiniz.)
Neden bu kadar oturup da bu sistemin limitasyonlarını yazdım? Çünkü standardize sınavın limitasyonlarını açıklamak veya anlamak çok daha kolay. Bu da tartışmada kötü bir bilgi asimetrisine 'information asymmetry' neden oluyor. Standardize sınavların adaletsiz yönleri göze daha çabuk battığı, fakat öbür yöntemdeki limitasyonlar kapalı bir kutu 'black-box' olduğu için sanki öbüründe hiç sıkıntı yokmuş gibi algılanabiliyor -özellikle olayın içine girmedikçe-. Maalesef olay kapalı devre ilerledikçe aslında varolan limitasyonlar gözden kaçıyor. En azından standardize sınavların limitasyonları daha görünür olduğu için bunlara karşı önlemler alıp politikalar geliştirebilirsiniz.
Örneğin, standardize sınav denince akla gelen ilk karşıt argüman: Maddi gücü daha iyi olan öğrenciler, en iyi hocalardan özel ders alarak maddi gücü yeterli olmayan öğrencilere kıyasla daha avantajlı konuma gelebilir. Bu limitasyonu biliyorsanız buna karşı önlemler alabilir, eğitimde fırsat eşitliğini geliştirecek politikalar üretebilirsiniz. Ancak bütüncül değerlendirme yaptığınızı söylediğiniz sistemde, değerlendirici öğrencinin geldiği sosyoekonomik çevreye göre değerlendirme yapıp ona daha çok fırsat tanıyabilir ve standardize sistemin açığını kapatabilir. Kulağa çok hoş geliyor ama dönelim 100 kişilik değerlendirme ekibimize. Bu kişilerden biri bile bilerek veya bilmeyerek bu adalet terazisini farklı yorumlarsa, o kişinin baktığı adaylar direkt dezavantajlı kalmış olacak ve bu kapalı devre işleyen sistemde bunu düzeltmek kolay değil. Daha fazla kişi istihdam edelim, üniversite hocalarının eğitim ve araştırmaya ayıracakları vakit yerine daha fazla başvuru değerlendirmeye zaman ayırsınlar, denebilir. Ancak benim görüşüm, bu kadar kaynağın bu görünmez açığın kapanmasına harcanmasındansa eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanmasına harcanmasını yeğlerim. Çünkü ilki delik kumaşa yama yapmak gibi bir çözümken ikincisi yeni bir elbise dikmek, toplum kumaşını yenilemek gibi. Tabi ki ikincisi -eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak- ulaşması daha zor bir amaç. Ama ulaşılamaz diye hedefi yanlış koymak daha tehlikeli değil mi? Bu da realizm ve idealizm arasında bir tartışma. Bu noktada tartışmayı ve değerlendirmeyi size bırakıyorum.
Heisenberg Belirsizlik İlkesi
Gelelim başlıkta neden Heisenberg Belirsizlik İlkesi yazdığına. Bu yazıyı yazma amacım, konunun normatif tartışmasına yeni bir açıklık getirmek ve bunu yaparken de fizikteki temel bir ilkeyi kullanmak. Yukarıda yazdıklarımın çoğu bilinen gerçeklerdi ve şimdi anlatacaklarım için bir giriş niteliğindeydi.
Heisenberg Belirsizlik İlkesi, bir parçacığın konumu ile hızı arasında kesin bir bilgiye aynı anda sahip olunamayacağını söyler. Bu, atom altı dünyada, bir şeyin yerini ne kadar iyi bilirsek hızını o kadar az bilebileceğimiz ve tam tersinin de geçerli olduğu anlamına gelir. Bu durum, ölçüm sınırlamalarımızdan değil, doğanın temel bir özelliğinden kaynaklanır. İlke, kuantum mekaniğinin temel taşlarındandır ve mikroskobik evrenin işleyişini şekillendirir.
Beşeri ve doğa bilimlerinin kesişim noktasında çalışan biri olarak benim için bu tartışma: Heisenberg sadece atom-altı parçacıklar ve mikroskobik evren için değil, aynı zamanda insanları nasıl değerlendirdiğimiz konusunda da önemli bir önerme sunuyor.
Bir öğrencinin mevcut pozisyonunu ölçmek istiyorsanız standardize sınavlar çok etkili ve güvenilir yöntemler sunar. Bir nevi CERN'deki en iyi ölçüm cihazı ile öğrencinin tüm başvuranlar arasındaki yerini çok iyi değerlendirebilirsiniz. Ancak yerini çok iyi tespit ettiğiniz bu öğrencinin "hızı" (gelecek potansiyeli) hakkında yaptığınız değerlendirmeler varsayımsal ve daha az güvenilirdir.
Örneğin, iki öğrenci ele alalım: Ahmet sınavda 1100. olmuş, Mehmet 1500. olmuş. Sınava 10 bin kişi girmiş olsun. Ahmet 11. percentilde, Mehmet 15. percentilde diyerek onların konumunu karşılaştırabilirsiniz. Tek kişi seçecekseniz sınav konumuna göre Ahmet'i seçmek mantıklı görünür. Ancak size bir bilgi geliyor ve diyor ki Ahmet bu sınava 3 yıldır yoğun bir şekilde hazırlanmış, hiçbir başka aktivitesi olmadan özel derslerle bu konuma gelmiş. Mehmet ise lise süresince farklı projeler yapmış, part-time çalışmış ve bu nedenle sınava sadece 6 ay çalışabilmiş. Şimdi hız (gelecek potansiyeli) konusunda Mehmet'in Ahmet'ten daha ileri olabileceğini düşünüyorsunuz. Aynı üniversite şartlarında Mehmet muhtemelen daha büyük bir gelişim gösterecek, hız olarak Ahmet'ten daha ilerde olacak. Bu örnekle görüyoruz ki standardize sınav konumunu net veriyor ama hız konusunda net bir gösterge vermiyor.
Buna karşılık bütüncül değerlendirme yaparsanız, adayın hızını (potansiyelini) daha iyi kestirebilirsiniz. Adayın yaptığı projeler, sosyal aktiviteler, notlar vb. size onun gelişme hızını daha iyi anlatır. Ancak bu kez adayların konumunu belirlemek güçleşir. Çünkü nitelikler (elmalar ve armutlar) aynı ölçüm birimine sahip değildir. Piyano çalan, matematik notları çok iyi olan bir aday ile basketbol oynayan, edebiyat notları iyi olan bir adayı nasıl kıyaslayacaksınız? Bu kez de konum belirsizleşiyor. Bu da Heisenberg Belirsizlik İlkesi'nin bir analojisi gibi: Bir öğrencinin konumu ile hızı arasında kesin bir bilgiye aynı anda sahip olamazsınız.
Heisenberg'den ilham alarak diyorum ki: Bir öğrencinin mevcut konumu ile gelecekteki potansiyelini aynı anda tam doğrulukla ölçemiyoruz. Bu, sadece ölçüm sınırlamamızla ilgili değil, doğanın bir özelliği gibi.
Tabii ki Platon'un ütopik dünyasında, çocukların komünal olduğu ve hepsinin bireysel kabiliyetlerine göre eğitildiği bir ortamda belki hem konumu hem hızı ölçüp değerlendirmek mümkün olurdu. Ama yaşadığımız dünyada böyle bir ütopya yok. Ne ABD'de ne Türkiye'de ne de başka bir yerde... Bu belirsizlik her şartta mevcut.
Bu yazıya başlarken sonunda Türkiye için önereceğim sistemi yazmayı planlıyordum ama mevcut tartışma bile beklediğimden uzun sürdü. Yazının sonuna kadar okuduysanız ve beğendiyseniz çok mutlu olurum. İlgi duyuyorsanız Türkiye için nasıl bir sistem hayal ettiğimi de başka bir yazımda paylaşacağım. Yorumlarınızı ve beğenilerinizi bekliyorum. Yazı stilimi ve içeriğimi geliştirmem için geri bildiriminize çok ihtiyacım var. Okuyucularım her zaman başımın üzerindedir.
Sağlıcakla kalın…